Eğitimde Öğrencinin Farklılığını Fark Etmek

İyi resim çizdiğinizi düşünüyor musunuz? Çevreyi korumayla ilgili 2 saatlik bir semineri baştan sona dinleyebilir misiniz? Spor yapmadan kaç gün geçirebilirsiniz? Çalışma masanızın üstü dağınık mı düzenli mi? Çevrenizde birçok kişi olmasını mı sadece birkaç arkadaşınız olmasını mı tercih edersiniz? Yalnız kalmaktan mı insanlarla bir arada olmaktan mı daha çok hoşlanırsınız? Kitap ve şiir okumayı sever misiniz? Hesap yapmak sizin için ne kadar zor? Grup çalışmasında grubun lideri mi takım oyuncusu musunuz? Bir işe uzun süre dikkat verebilir misiniz?

Şu an bu yazıyı okuyan kişiler, eminim ki sorulara birbirinden ayrı cevaplar verdi. Çünkü insanlar, sorular ve cevaplar kadar farklı birbirlerinden.  Farklı yetenekler, farklı ilgiler, farklı korkular, farklı alışkanlıklar, farklı istekler ve tabii ki farklı ihtiyaçlar… İnsanların farklılıkları bu kadar göz önündeyken bunları görmezden gelen bir sistemle “eğitiliyoruz”. Yıllardır hiç gelişmemesi, gittikçe artan ders saatleri (çok gerekliymiş gibi), bilgiye en kolay ulaşılan çağda ezbere dayalı olması bile eleştirmek için yeterince önemli sebeplerken eğitim sisteminin insanı ve insan olmanın gerçeklerini görmezden gelmesi birçok probleme neden oluyor. Birbirinden ayrı yetenekleri, ilgi alanları, iyi olduğu ve geliştirilmesi gereken yönleri, olumlu ve olumsuzluğa açık özellikleri, ayrı ihtiyaçları olan insanların aynı şekilde eğitim alması en büyük haksızlıklardan biri. Her insan değerlidir, insana ait her özellik önemlidir. Yeter ki doğru geliştirilsin, doğru yönlendirilsin ve doğru eğitilsin. Einstein‘ın bu aralar birçok yerde gördüğümüz sözündeki gibi, “Aslında herkes bir dâhidir. Ama siz kalkıp bir balığı ağaca çıkma yeteneğine göre yargılarsanız balık tüm ömrünü bir aptal olduğuna inanarak geçirecektir”.

Tired-student-at-booksMaalesef içinde bulunduğumuz sistem uzun süre dikkat verebilen, duyarak kolay öğrenen, matematik ve dil alanında beceriye sahip olan, daha hızlı soru çözebilen kişiler için avantajlıdır. Bunun yanında kinestetik (hissederek) öğrenen; dikkati çabuk dağılan; müzik, resim, doğa, teknik alanlarda başarılı olan; ağırkanlı ve daha birçok özellikteki öğrenciler içinse dezavantajlıdır. Eğitim sisteminin içindeki bu haksızlık, başarı kriterlerini belirliyor ve doğal olarak öğrencilerin psikolojilerini birçok yönden etkiliyor. Dezavantajlı olan -yani suya koysanız harikalar yaratacakken ağaca çıkması istenen balık olan- büyük bir öğrenci grubu, hayatları boyunca çevresi tarafından başarısız olarak nitelendiriliyor ve kendini böyle görmeye başlıyor. Tembel, zekâ seviyesi düşük, umursamaz, sorumsuz, yeteneksiz gibi birçok sözle etiketlenen bu çocuklar ailelerinden, öğretmenlerinden, çevreden gelen bu baskılar sonucunda umutsuzluğa kapılıyor, özgüvenleri düşüyor, hatta anksiyete ve depresyon gibi birçok problem yaşıyorlar. İnsan gerçeğini göz ardı eden bir sistemin içindeyiz diye öğrencilerin öğrenememelerine; kendilerini başarısız hissetmelerine; hatta başarısız oldukları(!) için aileden, okuldan, çevreden baskı görmelerine; özgüvenlerini kaybetmelerine göz mü yummak lazım? Bizim yapabileceğimiz bir şeyler var mı?

Bir sistemin değişmesi tabii ki zorlu ve uzun bir süreç gerektiriyor. Gelen tepkilerin büyüdükçe büyük bir güç oluşturacağına ve eğitim adına daha iyi şeyler yapılmasını sağlayacağına inancım tam. Peki, bu değişim için geçen zamanda öğrenciler için neler yapılabilir? Bu süreçte, şu anki eğitim sisteminin aksine, onların farklılıklarını kabul etmek, bunu göz önünde bulundurarak davranmak, dersleri ve öğrencilerle olan ilişkileri bu doğrultuda yürütmek, onların iyi olduğu alanları geliştirecek seçenekler sunmak en önemli adımlar olacaktır. Eğitimciler, psikologlar, psikiyatristler tarafından bu amaca yönelik birçok teori geliştiriliyor ve bunlar eğitimde kullanılıyor. Bu teorilerin en bilinenlerinden olan Çoklu Zekâ Kuramı ve Öğrenme Stillerinin yanında, Dokuz Tip Mizaç Modeli de yeni yeni eğitimde karşımıza çıkıyor.

Çoklu Zekâ Kuramı

Harvard School of Education Professor Howard GardnerÇoklu Zekâ Kuramı, 1983’te Psikolog Howard Gardner tarafından geliştirilen ve zekânın tek bir boyuttan değil, farklı boyutlardan oluştuğunu ifade eden bir kuramdır. Çoklu Zekâ Teorisine göre, zekâyı oluşturan 8 ayrı yetenek boyutu var. Bunlar mantıksal- matematiksel zekâ, görsel – uzamsal zekâ, sözel zekâ, müziksel zekâ, sosyal zekâ, içsel zekâ,  kinestetik zekâ ve doğasal zekâdır. Gardner, bu kuramla iyi matematik işlemi yapan bir öğrencinin, yapamayandan daha zeki olduğunu söyleyemeyeceğimizi belirtiyor. Çünkü matematiği iyi yapamayan bir çocuğun, örneğin, müzik alanında daha üstün olabileceğini savunuyor. Gardner’ın teorisini Einstein’ın sözüyle birleştirirsek bir balığın uçamadığı için kuştan daha yeteneksiz olmadığını, çünkü onun da kuştan daha iyi yüzebildiği anlamını çıkarabiliriz. Eğitim sistemi, mantıksal-matematiksel ve sözel zekâsı baskın olan öğrencileri başarılı olarak addederken diğer zekâları baskın olan çocukları görmezden geliyor. Üniversitelere, bu iki zekâsı baskın olan çocuklar daha çok girebiliyor. Oysaki eğitimciler ve aileler, çocuklardan sadece Matematik, Türkçe, Fen Bilgisi başarısı beklemek yerine, onların kendi zekâ türlerine uygun alanlarda eğitim almaları ve kendilerini bu yönde geliştirmelerini sağlarsa büyük sanatçılar, sporcular, yöneticiler, başarılı meslek elemanları yetişebilir. En önemlisi de mutlu ve başarabileceğine inanan bireyler yetişir.

Öğrenme Stilleri Modeli

Öğrenme Stilleri Modeli, 1967’de Dr. Rita Dunn ve Dr. Kenneth Dunn tarafından ortaya konan ve herkesin bir şeyleri öğrenirken farklı yollardan bunu başardığını savunan kuramdır. Bu modele göre, öğrenme şekillerimiz doğuştan gelerek görsel, işitsel ve dokunsal olarak üçe ayrılıyor. Görsel kişiler harita, şema, grafik gibi görsel araçlar ve resimlerle anlatılanları daha iyi öğreniyor ve akılda tutabiliyorlar. İşitsel kişiler konuşarak, tartışarak, dinleyerek öğreniyor ve bir şeyi hatırlamak istediklerinde sesli tekrarları kullanıyorlar. Kinestetik kişiler ise hareket ederek, dokunarak, yaparak, yaşayarak öğreniyorlar. Okullardaki eğitim, Öğrenme Stilleri Modelinden önce sadece işitsel öğrenciler için avantajlıydı ve dinleyerek anlamayan öğrencilere tembel, zekâsı yeterli değil, öğrenemiyor gözüyle bakılıyordu. Modelin bilinirliği arttıkça eğitimde her öğrenme şekli için farklı araçlar kullanılmaya, görsel ve dokunsal olanlara da yer verilmeye başlandı. Bu da farklı öğrenme şekilleri olan kişilerin daha kolay öğrenmelerini sağladı.children_studying_on_floor

Dokuz Tip Mizaç Modeli

Dokuz Tip Mizaç Modeli, Ennegram sisteminden yola çıkarak ortaya konmuş, şu an Psikolojik danışman Prof. Dr. Ziya Selçuk ve Psikiyatr Dr. Enver Demirel Yılmaz ve Psikolog Özge Ünal’ın üzerinde çalıştıkları bir modeldir. Model, kişilik kuramlarında sık sık yer alan “mizaç” üzerinde duruyor. Herkesin doğuştan getirdiği ve değişmeyen ama geliştirilebilen ya da törpülenebilen farklı mizaç özellikleri olduğunu savunarak bunları dokuz ayrı başlıkta gruplandırıyor. Bu modelin en önemli özelliği, eğitime uyarlanabilir olmasıdır. Öğretmenlere, rehber öğretmenlere ve ailelere, çocukların ve kendi mizaçlarını keşfetmek için olanak sağlıyor ve bunlara göre kişilerin olumlu potansiyellerinin nasıl artırılacağı, olumsuzluğa açık riskli özelliklerin nasıl törpüleneceğinin yollarını sunuyor. Yani çocuklara gerçek benlikleri doğrultusunda yol çizmeyi kolaylaştırıyor. Bu modelin eğitimciler ve ailelerde bilinirliğinin artmasıyla öğrencilerin farklılıkları konusunda bilincin artacağını, onların ihtiyaçlarına daha doğru yollardan cevap verilebileceğini ve onlardan beklentilerin daha gerçekçi olacağını düşünüyorum.

Ayrı ilgilerle, ayrı yeteneklerle, ayrı özelliklerle, ayrı ihtiyaçlarla tamamlanıp bir bütün oluşturuyoruz. Hepimizin ayrı özellikleri olması bizim zenginliğimizdir. Çocukların hepsi farklı yeteneklerle donatılmış birer birey ve biz onların farklarını ayırt ettiğimizde kendileri olmaları ve kendilerini gerçekleştirmeleri için yollar açmış olacağız. Bırakalım balık yüzsün, kuş uçsun, çita koşsun ve kendi yollarından gitsinler.

Yorum Yap