İnanç ve Beyin: Aşkın Deneyimlerin Sinirbilimi

İnsan zihni gerçekten çok acayip. Beyin yapımız birçok canlınınkine benzemekle birlikte zihnimizin öyle özellikleri var ki nasıl olup da ortaya çıkabildiklerini bir türlü anlayamıyoruz. Aşkınlık deneyimi ve adına “inanç” dediğimiz diğer zihinsel deneyimler, belki de bu anlaşılmaz meselelerin başında geliyor.

Son zamanlarda birçok araştırma alanının başına bir “nöro” eklentisi konması moda, biliyorsunuz. Din, inanç ve aşkın deneyimlerin beyindeki karşılıklarını inceleyen alana da benzer şekilde “nöroteoloji” adı veriliyor. Diğer birçok “nöro”lu alan gibi, nöroteoloji de oldukça genç ve emekleme sürecinde olan bir araştırma alanı. Fakat gün geçtikçe elde edilen yeni bulgular, beynimizin ve zihnimizin nasıl çalıştığı konusunda bize yepyeni anlayışlar sunmaktan geri kalmıyor.

Aşkın deneyimlerin beyindeki karşılıkları

Dinsel ve aşkın deneyimleri bilimsel olarak çalışmak kolay bir iş değil. Öncelikle, muhtemelen çok azının adını bildiğimiz ama muhtemelen çoğunu henüz duymadığımız onlarca organize dini akım var. Her birinin inançları, felsefeleri, ritüelleri ve kültürel arka planları farklı. Fakat bu çeşitlilik, sorunun sadece küçük bir kısmını oluşturuyor. Esas sorun, insan denen varlığın son derece karmaşık ve bireyler arası farklılığın oldukça yüksek olması. Her ne kadar dini deneyimleri belli başlıklar altında toplayabiliyor olsak da insanın çeşitliliği ve bireyselliği, karşımıza neredeyse insanlar adedince farklı deneyim çıkartıyor. Bu da günümüz biliminin standartlarına göre konuyu neredeyse çalışılması imkansız konular kategorisine dahil etmemizi gerektiriyor. Neyse ki bilim insanları bu kadar kolay pes etmezler ve bir şekilde böyle karmaşık sorunları bile çalışmanın bir yolunu bulmaya çalışmaktan geri durmazlar.

Aşkın deneyim nasıl bir şey?

Daha önce dediğimiz gibi sınıflandırılması zor bir alan aşkın deneyimler. Fakat araştırmacılar bazı ortak noktalar belirlemiş durumdalar. Buna göre aşkın deneyimler sırasında genellikle,

Zaman, korku ve öz-farkındalık algıları azalıyor,
Ruhsal bir haşyet duygusu yaşanıyor,
Evrenle birlik duygusu deneyimleniyor,
Değişik bir trans hali yaşanıyor
Ani bir aydınlanma deneyimi oluşabiliyor
Farklı ve değişmiş zihin durumları deneyimleniyor.

Araştırmaların kısa tarihçesi

Nöroteoloji nispeten yeni bir alan ve bulgularının çoğu modern beyin görüntüleme tekniklerine dayanıyor. Bu alanla ilgili bildiğimiz anlamdaki ilk çalışmaların tarihçesini, 1980’lerde bir bilişsel sinirbilimci olan Michael Persinger’in daha sonra “Tanrı başlığı” olarak ün kazanacak olan ilginç deneyiyle başlatabiliriz.

Bir dönem pek meşhur olan "Tanrı başlığı"
Bir dönem pek meşhur olan “Tanrı başlığı”

Persinger, deneklerinin şakak (temporal) loblarını hafif bir manyetik alanla uyararak, birçok kişide “aşkın deneyim” ve “görünmeyen bir varlık hissi” oluşturabildiğini rapor etmişti. Popüler gündemde çokça yer bulan bu iddialar daha sonraları diğer çalışmalarla fazla desteklenemedi ve tartışmalı olmakla birlikte, ünlü bilimsel ateist Richard Dawkins’in bile denediği Tanrı başlığı bir süre sonra gündemden düştü. Fakat yıllar sonra gerçekleştirilen görüntüleme çalışmaları, temporal lobdaki bu etkilerin tesadüfi olamayabileceğini düşündürüyor.

Dalai Lama ve sinirbilimciler

monkEEGBeyin ve aşkın deneyimler üzerine son yıllarda en fazla bilgiyi Budistlerin ruhani lideri Dalai Lama ile ünlü sinirbilimci Richard Davidson’un buluşmaları neticesinde yapılan çalışmalardan elde ettik. Budist rahipleri, özel bir zihinsel durum olan meditasyon konusunda ileri derecede ustalaşmış insanlar ve istedikleri zaman kolayca meditatif zihin hali denen özel bir duruma kolaylıkla geçebiliyorlar. Bu özelliklerinden faydalanan Davidson ve ekibi, onlarca Budist rahibini dahil ettikleri çalışmalarda, rahiplerin bu meditatif zihin deneyimleri sırasında beyinlerinde neler olduğunu beyin dalgaları ve faaliyetlerini kaydeden EEG ve fMRI gibi çeşitli teknikler kullanarak detaylıca incelediler. Yıllar süren çalışmaların sonucunda, derin meditatif hallerin ve aşkın deneyimlerin beynimizde ne tip devreleri harekete geçirdiğine dair çok miktarda bilgi elde edilmiş oldu. Şimdi onları kısaca bir özetleyelim:

Meditasyon halindeki beyinde oluşan değişimler:

Şakak lobları (temporal loblar)

temporal

Meditasyon durumunda gözlenen belki de en belirgin farklılık, beynin yan-alt kısımlarında yer alan şakak loblarında belirgin bir faaliyet artışıydı. Beynin şakak lobları, duygularımızı kontrol eden limbik sistemi içermesinin yanı sıra, hafıza, mekan deneyimi, yüz tanıma ve işitme gibi birçok özel merkez içermesi açısından önemli. Beynin adeta “duygusal lobu” olarak niteleyebileceğimiz bu bölümün faaliyetini artırması, anıların ve duyguların bilinçli olarak fark edilmesi gibi günlük hayatta genellikle ıskalanan farkındalık deneyimlerinin temelini oluşturabileceği düşünülüyor. Ayrıca 80’lerde moda olan Tanrı başlığının neden bazı insanlarda bu denli etkili olmuş olabileceğine dair ipuçları da veriyor. Zira bu özel başlık, deneklerin özellikle şakak bölgelerini uyarmak üzere tasarlanmıştı.

Ön (frontal) loblar

Ekran Resmi 2016-01-31 11.08.18Beynimizin ön kısımları, “yüksek zihinsel işlevler” olarak nitelendirdiğimiz, insana has davranış ve yeteneklerimizi kontrol eden bölgeleri içerir. Özellikle dikkat, yoğunlaşma, irade, planlama, akıl yürütme, öz-denetim gibi yeteneklerimiz bu bölgedeki devrelerle ilişkilidir. Meditasyonla ilişkili beyin faaliyetleri arasında en dikkat çekici olanlarından birisi, bu ön bölgelerde, özellikle de yoğunlaşma ve dikkatle ilgili olduğu bilinen bölümlerdeki faaliyetin belirgin olarak artması. Bu bulgular, meditatif durumun, oldukça yoğun bir derinleşme ve dikkat hali olduğunu da bir kez daha doğruluyor gibi görünmekte.

Parietal loblar

Ekran Resmi 2016-01-31 11.14.10Beynimizin üst ve yan kısımlarındaki parietal loblar, duyuların algılanması, bedenimizin farkındalığı ve üç boyutlu uzaydaki beden pozisyonumuz gibi karmaşık algıların deşifre edilmesinden sorumludur. Bu bölge, meditasyon sırasında faaliyeti belirgin oranda azalan bölgelerden de bir tanesi. Bu faaliyet azalmasının, meditasyon deneyimi ileri düzeyde olan kişilerin meditasyon sırasında deneyimlediklerini belirttikleri “bedenleri ile çevrelerindeki nesnelerin sınırlarını ayırt edemez hale gelme” hissinin sinirsel karşılığı olarak değerlendirilebileceği söyleniyor.

Buraya kadar saydığımız etkiler sadece Budist rahiplerinde değil, benzer çalışmalarda dua eden ve Tanrı’ya yakarmakta olan Hristiyan rahibelerde de gözlenmiş. Dolayısıyla bu görüntüleme sonuçlarının genel bir etki olarak kaydedildiğini söylememiz mümkün.

Hippokampus

Ekran Resmi 2016-01-31 11.09.32Beynimizin hafıza ve uzayda yön bulma, yani “navigasyon” sistemi olarak bilinen hippokampus bölgesiyle ilgili çalışmalarda ilginç sonuçlar var. Dinsel ve aşkın deneyimler arasında, yaşamın bir yerinde “yeniden doğuş” olarak tanımlanan, “Tanrı’nın varlığını, yahut dokunuşunu doğrudan deneyimlemek” olarak nitelenen bazı özel deneyimler de söz konusu. Belki siz de zamanın bir yerinde böyle bir deneyim yaşamış olabilirsiniz.

Bu tip deneyimler yaşadıklarını belirten 58 yaş ve üzeri bir grup gönüllü üzerinde yapılan işlevsel manyetik rezonans ölçümleri, şakak loblarının içinde yer alan hippokampus bölgesinin kontrol grubuna göre küçülmüş olduğunu, yani atrofiye uğradığını gösteriyor.

Bu bulgu ilk bakışta zihni oldukça meşgul eden ve birçok kısmına uyarıcı etki yapan dinsel deneyimlere dair genel bilgilerimizle çelişiyor gibi görünüyor. Fakat araştırmacılar, bu tip bir küçülmenin, anlatılan tipte deneyimleri yaşamış insanların önceki yaşamlarının bir işareti olabileceğine dikkat çekiyorlar. Zira bu tip deneyimler genellikle yaşamda ciddi sıkıntılar ve darlıklar yaşayan insanların, hayatın belli bir anında deneyimledikleri özel bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle uzun dönem etkili olan stresin, bedende glukokortikoid denen hormonların miktarını artırarak uzun vadede bizzat hippokampus bölgesinde hacim küçülmesine neden olduğu zaten uzun yıllardır bilinen bir gerçek. Bu tarz aşkın deneyimlerin hayatı karartan stresli zihin durumları ile baş etmek için oldukça faydalı bir çıkış yolu sağladığı düşünüldüğünde, bu açıklama kulağa oldukça mantıklı da geliyor. (Kaynak).

Beyinde kalıcı değişimler

Uzun süreli meditasyon ve ibadet rutinleri olan insanların beyinlerinde birtakım önemli kalıcı değişiklikler de gösterilmiş durumda. Bunlardan en önemlileri, beynin “gizli lobu” olarak da bilinen “insula” bölgesiyle, ön taraftaki prefrontal korteks alanlarında meydana gelen değişimler.

Normalde yaşa bağlı olarak meydana gelen insula ve prefrontal korteks kalınlık azalmasının, meditasyon yapan bireylerde "engellendiğini" gösteren bir çalışma örneği. Sözkonusu bölgeler, meditasyon pratikleri esnasında yoğun olarak çalıştıklarından, yaşlanmanın yıkıcı etkilerinden korunuyor gibi görünüyorlar.
Normalde yaşa bağlı olarak meydana gelen insula ve prefrontal korteks kalınlık azalmasının, meditasyon yapan bireylerde “engellendiğini” gösteren bir çalışma örneği. Söz konusu bölgeler, meditasyon pratikleri esnasında yoğun olarak çalıştıklarından yaşlanmanın yıkıcı etkilerinden korunuyor gibi görünüyorlar.

İnsula, temporal ve frontal-parietal lobların arasındaki katlantının iç kısmında kalan, dışarıdan bakıldığında pek görünmeyen bir beyin kabuğu bölümüdür. Bu bölgenin işlevi sinirbilimsel açıdan hala açık değil. Tat duyusu, iğrenme-tiksinme gibi duygulanımlar, estetik haz ve daha birçok duygusal deneyimde bu bölgenin işe karıştığını biliyoruz. Öte yandan, özellikle duygulanımlarla ilgili işlevsel beyin görüntüleme çalışmalarının büyük bir kısmında, insula bölgesinin de faaliyete geçtiği görülüyor. Yani beynin bu bölgesi bir şekilde duygularla yakından ilişkili gibi. Uzun zaman meditasyon yapmış kişilerde kalınlaşan ve genişleyen bölgelerden birisi de bu insula bölgesi. Bu yapısal değişimin işlevsel karşılığı kesin değil fakat “duygusal farkındalık ve kontrol” konusunda önemli bir değişiklik olabileceği üzerinde duran araştırmacılar var.

Bir diğer bölüm ise prefrontal korteks. Beynin “icra organı” olarak da niteleyebileceğimiz bu bölüm, dikkati toplama, hedefe odaklanma, geleceği öngörme, akıl yürütme gibi karmaşık işlevlerin yapılabilmesini sağlayan devreler içeriyor. Yine bu bölge de uzun dönem meditasyon uygulamalarına bağlı olarak yapısı değişen, kalınlığı artan bölgelerden birisi.

Beyinde yapısal değişiklik, özellikle genişleme ve kalınlaşmalar, o bölgelerin fazlaca faaliyete geçtiği aktiviteler sonucunda görülüyor. Mesela, piyano dersleri almaya başlayan insanların parmaklarını kontrol eden beyin alanlarının genişlediğini biliyoruz. Dolayısıyla meditatif ve aşkın deneyim yaşamaya yönelik bu tip pratiklerde, beynin özellikle insula ve prefrontal korteksinin faaliyete geçtiğini söylememiz mümkün. Tabii bu faaliyetlerin anlamını en iyi, meditasyonu deneyimleyen insanların bilebileceği de ortada…

Farklı bulgular

Dini ritüellerin önemli bir kısmında belli sözleri tekrar etme şeklinde uygulanan davranışlar bir hayli yaygındır. Dua, zikir, mantra gibi tekrarlayan seslerin çıkartılması, bu pratikleri uygulayanların ifadelerine göre çeşitli ve genellikle olumlu zihinsel etkilere neden olmakta. Belirli söz kalıplarını tekrar ederek ibadet eden Pentakostal Hristiyanlarda, bu işlem sırasında beynin ön (frontal) korteks bölümünde faaliyetlerin azaldığı görülmüş. Daha ilginç bir bulgu ise şu: bu kişiler aslında konuşuyor olmalarına, yani ağızlarıyla sesli kelimeler üretiyor olmalarına rağmen beyinlerinde, başta Broca alanı olmak üzere, konuşma ile ilgili bölgelerde belirgin bir faaliyet görülmediği tespit edilmiş. Araştırmacılar bu tarz ibadetleri eden insanların trans halinde kelimeleri tekrar ederken “konuşanın kendileri değil, bizzat Tanrı olduğu” yönündeki ifadelerini açıklamak için sinirsel bir ipucu oluşturabileceğini düşünüyorlar.

Dini deneyim çalışmalarının genel nörobiyolojik sonuçları

Elbette buraya kadar kısa bir özetini verdiğimiz örnek çalışmalar ve benzerleri, dinsel deneyimlerin çeşitli ve karmaşık doğasını tanımlamak için yeterli olmaktan henüz çok uzak. İnsan bireylerinin karmaşıklığı ve benzersizliği de göz önüne alındığında mesele daha çetrefilli bir hal alıyor.

Beynimizle ilgili en önemli ve ilginç bilgilerimizden birisi “zihinsel/ruhsal deneyimlerin beyin yapımızı etkileyerek değiştirebildiği” gerçeğidir. İlk bakışta bu fikir bize doğal görünür. Fakat zihin dediğimiz tüm içsel özelliklerimizin beynimizdeki devrelerin çalışması sonucunda ortaya çıkan bir deneyim olduğuna inanıyorsak bu gerçek bizi biraz zor durumda bırakır. Zira, beynin zihni üretmesi, bir bilgisayarın devrelerinin, bilgisayarın yaptığı işleri üretmesi gibidir. Fakat bildiğimiz kadarıyla hiçbir bilgisayarda işletilen yazılımsal komutlar bilgisayarın fiziksel yapısını değiştirmez. Çünkü fiziksel yapının değişmesi, o bilgisayarın artık başka bir cihaz olmasına ve neticede aynı yazılımsal komutlara farklı yanıtlar vermesine yol açmalıdır. Beynimizi de bir bilgisayar olarak düşündüğümüzde, yazılım faaliyetlerinin, yani zihinsel süreçlerin “donanımı”, yani beynin fiziksel yapısını etkilemesi, sıkıntılı birtakım sonuçlar doğurur. Zira beyin değiştiğinde, artık zihni üreten donanım da farklıdır ve neticede o insanın ve organizmanın artık farklı bir birey olması gerekir. Bu da her deneyimin, yeni bir donanım ve yazılım birlikteliği oluşturması gerektiği anlamına gelir.

Bu ilginç özelliğimiz, beynin “daha çok boyutlu bir gerçekliğin” görünür dünyamızdaki yansıması olduğu fikrini destekleyen önemli spekülasyon alanlarından birisidir. Yani daha sade deyişle, beynimiz, ruhsal süreçlerin “kaynağı” olmaktan ziyade onların bedene etki etmesini sağlayan karmaşık bir arayüz olabilir. Elbette beynin belli alanlarına hasar verdiğimizde belli özelliklerin kaybolduğunu biliyoruz. Fakat nasıl ki bir televizyon ekranının belli bir bölgesine hasar vermek, yahut fişini çekmek, televizyonun göstermekte olduğu yayını etkilemiyor, sadece görmemize mani oluyorsa beyin de belki neticede böyle bir “aktarıcı” olabilir. Fakat bunlar şimdilik sinir felsefesinin konuları arasında.

Neticede, aşkın deneyimlerin beyindeki bazı devrelerden mi çıktığı, yoksa bu devrelerin daha farklı boyutlarlarda gerçekleşen değişimlerin bir yansıması olarak mı etkilendiğini bilmiyoruz. Yani beyinden yola çıkarak o büyük gizemlere dair söyleyebileceğimiz çok fazla sözümüzün olmadığı ortada.

Neden inanıyoruz?

Öncelikle küçük bir uyarı yapmam gerek: bilimsel yöntemimiz henüz insan doğasını anlamaktan çok uzak. Özellikle insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden birisi olan soyut inanç ve düşünceler söz konusu olduğunda bilimin henüz söyleyecek çok fazla sözü yok. Fakat bildiklerimizden yola çıkarak, insanoğlunun neden var olduğu günden bu yana “üstün bir varlığa inanma ve tapınma” ihtiyacı duyduğunu, yahut duyması gerektiğini biraz daha iyi anlamaya başlayabiliyoruz.

İnsanı farklı kılan en önemli beden parçamız, beynimizin en tepesini kaplayan girintili-çıkıntılı yapısıyla meşhur, beyin kabuğu, yahut korteks dediğimiz bölümdür. Özellikle insanda korteksin ön, yahut frontal bölümü, kendisine en yakın görünen canlılardan bile kat kat büyüktür. Bu kadar gelişmiş bir kabuk yapısının ne işe yaradığını ancak yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Bugün bildiğimiz kadarıyla beyin kabuğumuzun temel işi, geleceği tahmin etmek ve hareketlerimizi ona göre düzenlemektir. Bu yetenek beyni olan hemen tüm canlılarda değişik oranlarda mevcut olsa da insan bu konuda rakipsizdir. Türümüz bu tahmin işinde o kadar iyidir ki bırakınız birkaç dakika sonrasını hesap etmeyi, zamanının çoğunu seneler sonrasında başına gelecek olası durumları düşünerek geçirir. İnsanda böyle aşırı miktarda geleceğe uzanma yeteneği taşıyan bir zihnin varlığı bizleri aynı zamanda biyolojik hayatın kaçınılmaz sonu olan ölüm olgusunun da farkında olan ve buna göre bir yaşam sürme zorunluluğu hisseden canlılara da dönüştürüyor. Bu denli ileriyi, hatta biyolojik yaşamın ötesini düşünebilecek bir yetenekle donanmış insan zihni, doğal olarak nedensel etkilerin ötesinde açıklamalar arıyor ve varlığın var olmasını sağlayan nihai bir sebebe inanma eğilimi gösteriyor. Yani bir başka deyişle, gelişmiş zihin yapısından ötürü inanç insanın fıtratında var gibi görünüyor.

Zihinsel olarak bu gereksinimin yanı sıra, insan açısından dini inançlar, hem bireysel hem de topluluk, yahut popülasyon açısından, türün hayatta kalmasını destekleyen avantajlar sağladığından evrimsel süreç içerisinde günümüze kadar seçilmiş ve ulaşmış olması kuvvetle muhtemel. Tarihin birçok noktasında Voltaire gibi çok sayıda düşünürün “dinin insan yaşamındaki rolünün gittikçe azalacağı ve sonunda da ortadan kaybolacağı” yönünde çeşitli öngörülerde bulunduklarını biliyoruz fakat biyolojik ve sosyolojik yapımız, bu öngörüleri inatla boşa çıkartmaya devam ediyor. Günümüzde bile dünya üzerindeki en büyük harekete geçirici ve kutuplaştırıcı güçlerden birinin dini inançlar olduğunu biliyoruz. Yapılan araştırmalar, seküler yahut maddi ve nesnel kabuller üzerine bina edilmiş toplulukların, dini temelde bir araya gelen insan topluluklarına kıyasla dört kat daha hızlı dağıldığını ortaya koyuyor. İnançlar etrafında bir araya gelen insanlar toplu haldeyken bireysel olarak güçlerinin yetmediği birçok inanılmaz işi başarabiliyorlar. Elbette bu işlerin arasında muhteşem inşa ve imar çalışmaları olduğu gibi acımasız ve gaddar yıkımlar ve katliamlar da var. Sonuçta, insan doğasını anlamak, neye neden ve nasıl inandığımızı anlamak konusunda da bize oldukça yol gösterecek. Zaten malumunuz, “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” diyor, koca Yunus.

Son söz

Dini inançlar ve bilimsel çalışmalar bir araya geldiğinde, konu da “netameli” hale gelir; bu kaçınılmaz bir sonuç. Burada özetlemeye çalıştığımız kısım, dini inançların beyin bilimlerinde ve sosyolojik-evrimsel boyuttaki kısa bir değerlendirmesidir. Dinlerin gerçekliği, mesajların içeriği, bir Tanrı’nın mevcudiyeti yahut nitelikleri gibi konular bilimin alanı dışında kaldığından bu noktada herhangi bir peşin yargı, hatalı olacaktır. Bilim, bizlere dünyanın nasıl işlediğini anlamaya giden yolun anahtarını sunar. O kapıyı açtıktan sonra ise muhtemelen çok farklı bilgi-görgü ve deneyimlere ihtiyacımız olacak. Zira tek başına bilim, bize bu büyük sorular hakkında bir cevap sunamıyor. Bu bir eksiklik değil ve nedeni de oldukça basit:

Bilim, böyle “büyük cevaplar” için üretilmiş bir etkinlik değil.

1 Yorum
  1. Gulistan Sinanoglu

    İlginç olduğu kadar etkileyici bir yazı. Belirli aralıklarla okunması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca “Büyük cevaplar” için üretilmemiş bir etkinliğin insanı olarak “Büyük cevaplar “aramaya çalışmanızı da takdire değer buluyorum.

Yorum Yap