Kalp Atışımız Duyularımızı Etkiler Mi?

Kalp atışınızı fark eder misiniz? Eğer çok heyecanlı, kızgın yahut korkmuş değilseniz muhtemelen cevabınız “hayır” olacaktır. Kalp atışları aslında bedenin içinde meydana gelen, oldukça belirgin bir fiziksel etki yaratır ve damarlarımız boyunca yayılan nabız dalgasıyla birlikte adeta her seferinde minik bir deprem meydana getirir. Fakat bunu çoğu zaman hissetmiyoruz çünkü bu durum çok başarılı bir biçimde maskeleniyor.

Beynimizdeki süzücü devreler, kalp atışlarının “içten gelen” bir hadise olduğunu öğrenir ve önemli bir durum olmadıkça bu bilginin bilinç düzeyinde algılanmasını engeller. Aslında birçok deneyimimiz böyledir: Mesela, şu anda ağzınızda muhtemelen kuvvetli bir tat algısı var (bir şey yiyip-içmiyor olsanız bile) yahut oturduğunuz koltuk veya sandalye bedeninize gayet rahat bir şekilde hissedebileceğiniz bir basınç uyguluyor. Fakat ben söylemeden bunları fark etmiyorsunuz. Zira buna gerek yok; şu anda çok daha önemli bir iş için, bu satırları okumak için, diğer tüm önemsiz algılar süzülüp bilincinize ulaşmaları engelleniyor. Fakat dikkatinizi verir vermez bunları hissetmeniz de mümkün. Yani süzme sistemleri duruma göre değişebiliyor.

Beynimiz neyi baskılıyor?

Kalp atışlarımızın yarattığı ses ve basınç hissi de böyledir. Tehlike yahut heyecan anlarında bizim için faydalı bir veri olarak genellikle algılanabilir durumdadır. Fakat dinlenme durumunda, normal zamanlarda, bu sarsıcı döngünün çoğu zaman hiç farkına varmayız. Beynimiz, bu belirgin olayı maskelemek için yaptığı süzme çalışmaları sırasında, acaba başka bir şeyleri de baskılıyor olabilir mi?

Yapılan bir dizi psikofizyolojik deney, gerçekten de durumun böyle olabileceğini gösteriyor. Katılımcılara çok kısa sürelerle ekrandan verilen görsel uyaranlar, eğer kalp atışlarına denk getirilerek verilirse, katılımcıların büyük çoğunluğu bunları “göremiyorlar”. Kalple eşgüdümlü verilen bu sinyallerin algılanması sırasında işlevsel bir beyin görüntüleme yöntemi olan fMRI ile yapılan izlemeler ise beynimizin “içsel algı” görevlerini yürüten “insula” adlı bölgesinin bu eşgüdümlü uyaranlar sırasında baskılandığını, yani geçici olarak görev dışı kaldığını gösteriyor. Bu da aslında her bir kalp atışında bedenimizi algılama yeteneğimizin geçici olarak devre dışı kaldığını gösteriyor.

Maskelenme süreci algıda eksikliğe sebep olmuyor

Daha önceki çalışmalardan da benzer bilgilerimiz var. Mesela, sanal gerçeklik gözlükleri ile yapılan deneylerde, eğer ekranda kullanan kişinin kalp atışları ile eşgüdümlü olarak yanıp sönen veya görünüp kaybolan bir görsel bileşen varsa kişiler sanal gerçeklik dünyasında gördükleri el ve ayak gibi bileşenleri çok daha kolay bir biçimde “kendilerininmiş” gibi, yani gerçek el ve ayaklarıymış gibi algılıyorlar. Kalp atışları sırasında özellikle zayıflatılan beden algısı, sanal gerçeklikte sunulan sanal alternatiflerin gerçeklerinden ayırt edilmesini de zorlaştırıyor gibi görünüyor.

Kalp atışlarının maskelenme süreci sadece algımızda eksikliğe neden olmuyor. İlginç bir şekilde, kalp atışları ile eşzamanlı olarak gösterilen korkutucu ve rahatsız edici görüntüler, normalde çok daha etkili ve korkutucu olarak algılanıyor. Bu durumun muhtemel açıklaması da, başta da dediğimiz gibi, kalp hızını hissettiğimiz durumların genelde korku, gerginlik yahut heyecanla ilişkili olmasıyla ilgili olabilir. Genelde olumsuz yahut dikkat gerektiren durumlarda hissedilen kalp atışıyla eşzamanlı uyarımlar, olumsuz olduklarında, beyin tarafından kendi “stres yanıtı” ile karıştırılıyor olabilir. Böylece muhtemelen bu tip uyaranlara daha fazla ve şiddetli tepkiler veriyoruz.

Elbette bunlar özel deney koşullarında gerçekleştirilen denemeler. Böyle deneyimleri gerçek hayatımızda yaşadığımızı söylemek pek kolay değil. Zira gün içinde nasıl kalp atışlarımızı çok fazla hissetmiyorsak atışların maskelenmesinden kaynaklanan bu algı yanılmalarını da muhtemelen hiç hissetmiyoruz. Tabii hissetmiyor olmamız, etkilenmediğimiz anlamına da gelmemeli. Fakat neticede, milyonlarca yıllık “fabrika ayarlarımız”da bunun gibi bir çok gizli özellik var ve bunlarla yaşamaya bir hayli alışmış durumdayız.

*Görsel: Asierromero / Freepik

Kaynak

Yorum Yap