Satranç Oynayan İlk Robot “Türk” Mü?

80’li yıllarda doğanlar, 1997’de IBM’in Deep Blue adlı yapay zekâsının dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’u satranç karşılaşmasında yenmesini hatırlarlar. 1800’lü yılların tarihçileri içinse mekanik bir robotun bir satranç karşılaşmasında gerçek bir insana karşı üstünlük kazandığı yıl 1770 idi. “Türk” adı verilen bu mekanik robot, ahşap bir masanın arkasında oturan ve o günün Osmanlı kıyafetlerini giymiş; sadece başı, göz bebekleri ve elleri oynayabilen bir satranç ustasıydı.

Türk’ün ününü duyan ve onu merak eden pek çok ünlü rakibi vardı, bunların arasında en belirgin iki isim Benjamin Franklin ve Napolyon Bonaparte olmuştu. Girdiği her müsabakayı kazanmak isteyen Napolyon, Türk ile karşılaşmasında birkaç defa hile yapmaya çalışmış fakat robot her zaman Napolyon’un hile yaptığını fark edip satranç taşlarını eski yerine koyarak imparatoru sinirlendirmeyi başarmıştır. İnsanlar Napolyon’un Türk’e yenilmesinin sadece satrançtaki ustalığından değil insana benzeyen ama gerçek bir insanı andırmayan rahatsız edici figüründen de geldiğini iddia etmişlerdi.

Peki, Türk tam olarak ne idi?

Türk, 1770’te Macar mucit Wolfgang von Kempelen tarafından imparatoriçe Maria Teresa için yapılan mekanik satranç otomatıdır. Robot sözcüğü 18. yüzyılda henüz bulunmamış olduğundan o yıllarda cihazdan “Türk” veya “otomat” olarak bahsediliyordu. Türk ismi, o dönem Avrupa’da var olan Osmanlı egemenliğinden dolayı otomatın Osmanlı kıyafetli, bıyıklı ve sol eliyle oynamadığı zamanlarda bir nargile marpucu tutmasından kaynaklanıyordu. Kaynaklarda belirtilmese de oynarken gösterdiği asabi tavrın da etkisi olabilir.

Otomat, akçaağaçtan yapılmış bir masanın arkasında belden yukarısı gözükecek şekilde oturuyordu. Masanın önündeki kapaklar her oyun öncesinde açılıyor ve içlerinde saati andıran irili ufaklı kaldıraç, makaralar ve başka mekanik parçalar izleyiciye ve rakip oyuncuya gösteriliyordu. Aynı şekilde masanın arka tarafındaki kapaklar da açıldığında ön taraftan bakan bir izleyici arka tarafı çok rahatlıkla görebiliyordu. İzleyiciler ve rakip oyuncuya Türk’ün tamamen mekanik olduğu gösterildikten sonra, otomat saat gibi kuruluyor ve satranç oynanmaya başlıyordu. Türk sağ eli ile satranç taşlarının yerini değiştirirken hamlesinin bittiğini karşı tarafa 3 defa başını sallayarak belli ediyordu.

60 yılda sadece birkaç yenilgi

60 yıllık gösteri hayatı boyunca sadece birkaç defa yenilen Türk, aslında göz aldanmasından başka bir şey değildi. Masanın içerisindeki gizli bölmeye yerleşen profesyonel satranç oyuncusu her kapak açıldığında bölgeler arasında yer değiştiriyor ve böylece izleyiciye görünmüyordu. Satranç tahtasının ve taşların her birinin altında var olan güçlü mıknatıs sayesinde masada saklanan satranç ustası taşları hareket ettirebiliyordu.

Türk, 1830’ların sonunda gizemi anlaşılana kadar dönemin Avrupası’nda ve Amerika’da çok büyük ilgi çekti. Benjamin Franklin oyunun hileli olduğundan şüphelendiyse de bunu ispat edememiştir.  Edgar Allan Poe da Türk’ün nasıl çalıştığı ile ilgilenen pek çok yazardan biriydi. 1836’da yazdığı makalesinde Türk’ün ahşap gövdesinin içinde bir cücenin saklandığını yazmıştı. Poe, ayrıca Türk’ün otomat olamayacağını, çünkü gerçek bir otomatın her zaman oyuncuyu yenmesi gerektiğini söylemişti. İlerleyen birkaç yıl içinde oyunun hilesi gün yüzüne çıksa da gerçek, Poe’nun tahminindeki gibi gövdeye gizlenen küçük bir adamdan kaynaklanmıyordu.

Türk için yine de yapay zekânın ilk öncülerinden diyebilir miyiz? Bugün yaptığımız tanımlamaya bakarsak diyemeyiz. Çünkü yapay zekâ, en genel haliyle, bilgisayarların yazılım aracılığıyla zekice karar vermesi anlamına geliyor. Yani mekanik ve elektronik bilgisayar parçalarının üstüne yüklenen “zekâ” diyeceğimiz yazılım sayesinde bilgisayar zeki kararlar verebiliyor. Bu açıdan geriye dönüp Türk’e bakıp onu mekanik parçaların arasında yerleştirilmiş gerçek bir beynin zekice karar vermesi olarak yorumlarsak, belki de yapay zekânın öncülerindendi diyebiliriz.

Yorum Yap