
Şefsiz Orkestra – Newton Paradigmasından Kuantum Paradigmasına -III-
Pierre Bourdieu Kuantum paradigmasının özelliklerinde çok boyutlu ağ etkileşimine dayanma özelliğinden yararlanarak ‘Habitus’ kavramını ortaya atmıştır. Habitus hem bireyi şekillendiren hem de bireyin eylemlerini şekillendiren karşıtlık durumudur. Birey hem yapılaşmış bir sınıflamanın içerisinden gelmekte hem de yapılaşma sürecinde olan bir sınıflamayı inşa etmektedir. Pierre Bourdieu buna şu cümleleriyle açıklamaya gitmiştir: “Geçmiş deneyimleri bütünleştirerek her an bir algılar, beğeniler, eylemler metrisi işlevi gören ve şemaların analojik biçimde aktarılmasıyla, benzer sorunların çözümüne imkan vererek sonsuz çeşitlilikteki görevin yerine getirilmesi mümkün kılan kalıcı yetkinlikler sistemidir!”
Habitus kişiyi, toplumsal düzendeki yerine uygun hale getiren eylem eğilimleri setidir. Bireylerin hem psikolojik, hem de biyolojik olarak oyuna dahil olabilecek hale gelmesini sağlar.
Habitus, bireysel eylemleri mevcut fırsat yapılarının idame edeceği tarzda biçimlendirme eğilimidir. Başarı ya da başarısızlık olasılıkları içselleştirilir ve bireysel hayallere ya da beklentilere dönüşür. Buna mukabil bu hayaller ve beklentiler, olasılıkların nesnel yapısını yeniden üretme eğiliminde olan eylemde dışsallaştırılır. Bourdieu bu süreçle ilgili şöyle der: “Bu yapılar ile pratikleri birleştiren dairesel bir ilişki sistemidir. Nesnel yapılar yapılanmış öznel yetkinlik üretme eğilimindedirler. Bu öznel yetkinlikler de nesnel yapıları yeniden üretme eğiliminde olan yapılanmış eylemler üretirler.”
Pierre Bourdieu, Kuantum paradigmasının kendi kendini organize edebilme yaklaşımı dinamiği içinde Habitus için ‘şefsiz orkestrasyon ‘ tanımlaması yapar.
Bilinçli bir eşgüdüm olmaksızın ‘pratiklerin düzenliliğini, birliğini ve sistemliliğini’ vurgular.
Bourdieu, çocukluk yıllarında yaşanan sosyalleşmenin tabakalaşma boyutlarının altınız çizer. Habitus, tabakalı bir toplumsal dünyada insana nereye ait olduğu ve nereye ait olmadığı duygusunu kazandırır. Bu tanımla Bohr atom modelinin üzerine çıkarılarak ortaya konan Kuantum atom modelinde, elektronların enerji seviyelerine göre belirli bir olasılık biçiminde hareket ederler, tanımına uygundur. Burada enerji sermayedir.
SERMAYE
Bourdieu, birçok eserinde toplum içindeki güç dengelerinin baskı olmadan nasıl sürdürebileceklerini incelemiş ve ekonomik ilişkilerin aslında başka şeylerle gizlendiğini iddia etmiştir. Tabi ki iktidarın esas temeli sermayedir. Sermaye de, ancak gücünü bir çeşit sembolik sermayeye dönüştürerek her zaman devam ettirebilir.
Bourdieu sermaye kavramını dar ekonomik alanından çıkararak maddesel alanın yanı sıra kültür ve sembolik sermayeler olduğunu da ortaya koymuştur.
Bourdieu ekonomik faktörlere öncelik veren Marksist analizi eleştirerek genişletmiştir. Bireyler ve gruplarını toplumsal düzlemde her konumlarını korumak için çeşitli kültürel, toplumsal ve sembolik kaynakları kullandığını belirtmiştir. Böylelikle Bourdieu, Marx’ın ekonomik sermayeye ,Newtoncu paradigma açısından indirgemeci ve makro düzeyden bakan sınıf çatışması kavramını eleştirmiştir.
Bourdieu’nun sosyalizmdeki odak noktalarından biri, bireylerin grupların, toplumsal düzen içindeki kanunlarını korumak ya da yükseltmek için sermaye biriktirme, yatırımda bulunma ve çeşitli sermaye biçimlerini birbirine dönüştürme stratejilerini nasıl ve hangi koşullar altında kullandıkları sorusudur. Kültürel sermaye, bir alanda gücü elinde bulunduranların eğitim yoluyla ailelere dolayısıyla bireylere aşıladığı yapıdır. Yeni bir nesil bilgi sermayesidir.
Toplumsal ya da sosyal sermaye ise bir eylemcinin sahip olduğu ilişkiler ağına gönderme yapar. “Eylemcinin diğerleriyle olan bağlantıları grup üyelikleri, bu ilişkilerin getirdiği eylemcinin üstündeki veya ona yönelik yükümlülükler, ayrıcalıklar ve itimat gibi olgular bu sermayenin içeriğini oluşturur. Sembolik sermaye ise gösterge değeri olan bir sermaye biçimidir. Örneğin; eğitimin sonunda alınan diplomalar sembolik sermayeye örnektir. Bu dört sermaye biçiminin birbirini dönüştürme özelliği de vardır. Bu enerjinin birbirine dönüşümü gibi düşünülür. Tıpkı Kuantum teorisindeki alan teorisi gibi gerekli enerji verildiğinde parçacık oluşumu gibi, sembolik sermaye, kültürel sermaye, toplumsal sermaye metaya dönüşebilir. Böylelikle buradan da Pierre Bourdieu’nin Kuantum paradigmasından baktığını görebiliriz.
ALAN TEORİSİ
Bourdieu toplumsal yaşamın sadece ekonomik faktörler nezdinde, indirgemeci Newtoncu paradigmaya karşı çıkarak. Marksizm toplum analizinde ekonomik alt yapıdaki üretim ilişkileri ve sınıf kavramını kullanır. Bourdieu ise bunun yerine alan kavramını kullanarak pozitivizme yönelik bir düzeltme aracı olarak kullanır. Bourdieu alan kavramını “Bizi pozitivist ampirizmin kurumsal boşluğundan ve teorik söylemin ampirik boşluğundan kurtaracak sürekli yinelenen bütünlüklü bir soru sistemi” sunduğunu söyler.
Alanlar Bourdieu’nun ilişkisel mantığına işaret eder, araştırmacıya, ortak duyuya dayalı kategorilerde verilmiş olan özellikler yerine, eylemi şekillendiren temel görünmez ilişkileri sermayeye sevk eder. Nüfuslar, gruplar, örgütler ya da kurumlar yerine alanlardan söz eden Bourdieu, bu ampirik gerçeklikleri şekillendiren ortak çıkar ve mücadele örüntülerine dikkat çekmek ister. Pozitivizmin ‘toplumsal köken’ gibi kavramları toplumsal hayatın çatışmacı niteliğini yeterince vurgulamaz.
Alan, eylem ve yapıyı dışarıdan şekillendirir. İçinde tuttuğu bireye benimseyebileceği kazançlar, bedeller ve hareket eşitliği sunar. Alan içinde egemen koşulları işgal ederler. Yani egemen olanla kendi egemenliklerini sürdürürken, diğer konumdakileri yıkma stratejileri geliştirmeye yatkındırlar.
Alan kavramı sosyolojik çözümleme anlamında ele alındığında ailenin toplumsal konumlar arasındaki bağıntılarının bir bileşkesi olduğu görülür. Buradaki bağıntı nesnel olarak bireylerden bağımsız olan gerçekliktir ve alandan alana farklılık gösterir. Bu durumun, bağıntıların bütününe bakıldığında alanla arasında farklılıklar olduğu gözler önüne serilir. Alanların sınırları konusunda Bourdieu net cevap vermez. O alanın kendi mantığı içinde belirlenir denir. Bu da alanların makro değil mikro düzeyde incelenmesi gerektiğinin, indirgemeci bir yaklaşımla yaklaşılamayacağının, belirsizlik taşıdığının göstergesidir. Bourdieu’nun alan teorisinde, kuantum paradigmasından baktığını bizlere gösterir.