Şehir Yaşamı Çocuklar İçin Kötü Olabilir Mi?

Bazı çocuklar için doğayla iletişim diye bir şey yok. Bilimsel çalışmaların makale olarak sunulduğu, dünyanın en saygın dergilerinden biri olan Science’ta yayımlanan bir yazıda, araştırmacılar bunun gerçek bir sorun olduğunu söylüyorlar. Modern şehirler farklı fikirlerin, görüntülerin, seslerin ve kokuların yaratıcılığı, ifadeyi ve yenilenmeyi tetiklediği yerlerdir. Modern topluluklar şehrin nabzına ayak uydurmuş durumda ancak ne pahasına?

Washington Üniversitesi Çevre ve Orman Bilimleri Okulu ve Psikoloji Bölümü’nde görev yapan ve ilgili yazının yazarı olan Dr. Peter Kahn şöyle diyor:

“İnanılmaz sayıda hastalık var ve bunlar doğal dünyadan ayrılmamız gerçeğiyle yakından ilişkili.”

Kahn, yazısında insanları, özellikle de çocukları doğadan koparan şehir hayatının hissizleştiren ve hatta güçsüzleştiren yanlarını tartışıyor:

“Büyük şehirlerde yaşayan çocuklar yıldızları hiç görmemiş olarak büyüyorlar. Bunu hayal edebiliyor musunuz? Yıldızların aydınlattığı bir gökyüzünün altında hiç yürümemiş olmak ve o büyülenmişlik hissini, onun doğurduğu yenilenme ve yaratıcılığı hissetmemek… Biz şehirleri büyüttükçe doğayla, vahşi doğayla, yani varoluşumuzun kaynağıyla, bağlantımızı ne ölçüde ve hangi hızda kaybettiğimizi fark etmemeye başlıyoruz.”

Doğa ve Teknolojik Sistemler ile İnsanın Etkileşimi Laboratuvarı’nı yöneten Kahn ve ona sözü edilen yazıda eşlik eden İsviçre’deki Uppsala Üniversitesi’nden Dr. Terry Hartig, şehirde yaşamanın insanlar üzerinde oluşturduğu olumsuz duygusal ve zihinsel etkilere dikkat çekiyorlar.

“Duygu durumu bozuklukları gibi birçok zihinsel rahatsızlık şehir bölgelerinde daha yaygın. Her ne kadar bu sürece etki eden birçok faktör olsa da doğayla iletişimin azalmasının katkısı göz ardı edilemez” diyor Kahn.

Doğayla iletişim azlığının en üzücü sonuçlarından biri de “çevreye ilişkin nesillerarası hafıza kaybı”na neden olması. Kendi ürettiği bu terimi Khan şöyle açıklıyor: Her nesil, çevreye dair neyin normal olduğu konusunda farklı düşüncelere sahip ve bu fikir temelde çocukluklarındaki deneyimleriyle ilişkilidir.

Örneğin, eğer bir çocuk çamurda böcek ve solucan aramamışsa yahut boyununu bir ağacın meyvesini koparmak için olanca gücüyle uzatmamışsa bir yetişkin olduğunda ormanların azaldığı ya da bozulduğu ve bazı türlerin korunmaya ihtiyacı olduğu gerçeğinden bihaber olur; hatta bununla ilgilenmez bile.

Başka bir ifadeyle, bunlar (ağaçlar ve böcekler) onun asla özleyeceği şeyler değildir çünkü bunlara ilişkin hiçbir anısı yoktur. Fikri bir adım daha öteye götüren yazar şöyle diyor:

“Bu son zamanlarda çevreyle ilgili sorunlara gösterilen ilgisizliği açıklıyor. İnsanlar sorunun boyutu ve ciddiyetini kavrayamıyorlar çünkü temel bilgi yerinde değil.”

şehir yaşamıİnsanları şehirlere tıkmanın gelecek nesiller için ciddi sorunları olacağını iddia eden Khan, şehirlerin bu hızda büyümeye devam etmesi halinde doğanın şehir içlerine sızmasının da pek mümkün olmayacağını kaydediyor.

Kahn, buna çözüm olarak şunları öneriyor:

“Şehirler içerisinde ‘doğallık’ yaratabileceğimize inanıyorum ancak şehirlerin şimdiki planlanmasıyla bunun mümkün olacağını söyleyemem. Mega şehirlerde doğal olan hiçbir şey yok.”

Ancak yine de gelişmişliğin merkezine doğayı getirmenin bir yolu olabilir. Belki bundan sonra şehirlerdeki binalarda açılabilir pencereler olması ve içeri temiz havanın girebilmesi bir zorunluluk haline getirilebilir. Çatı bahçeleri geliştirilerek şehir içi bahçecikler özendirilebilir. Bina içlerinde ya da bina aralarında doğal türlere dokunup onları koklayabileceğimiz alanlar oluşturulabilir.

Yalnız bahsettiğim, orada burada bir iki “iyi yetiştirilmiş” ağaç bulundurmaktan öte bir şey. Doğanın iyileştirici gücünden faydalanabilmek için insan onunla tüm duyuları aracılığıyla iletişim kurmalıdır.

Bir ofisin penceresinden güzel bir bitki görmek hoştur ancak öğle yemeği arasında çimler üzerine oturabilmek ve ayaklarınızı toprağa değdirmek insanın doğa ile bağlarını güçlendirecek duygusal etkileşimlerdir.

Asıl nokta, bu faydaların önce  şehir merkezlerindeki doğaya minnet duymakla var olabileceğinin farkına varmaktır. Doğal dünyanın anlayışı ve ona duyulan minnet konusunda temelde bir yenilenmeye ihtiyacımız var.

İyi düşünülerek hazırlanmış şehirlerde hem şehir yaşamının enerji ve uyarıcılığı hem de psikolojimizi iyileştirme gücü olan doğayla anlamlı etkileşimlerin sağlanabilirliği bir arada olmalıdır.

Tüm bunlara bağlı olarak Khan şu sonuca varıyor:

“Şehirler, doğayı elde ve akılda tutacak şekilde tasarlanırsa hem ekosistemi hem de sosyal yaşamı destekleyen yerleşkeler oluşturulabilir ve bunlar ‘doğal’ olarak algılanabilir.”

 

Kaynak

Yorum Yap