Bilimkurgu ile gerilim ya da korku filmleri günümüze kadar paralel şekilde ilerlemiştir. Bir önceki sayıda yer alan yazımda, bilimkurgu sinemasının ilk konulu filmi olan Georges Méliès’in “Aya Seyahat” (A Trip to the Moon) filmi ile başladığını ifade etmiştim. Söz konusu gerilim, korku ve bilimkurgu olunca yolumuz yine Méliès’in bu şaheserine çıkar. Çünkü Méliès’in “Aya Seyahat”i hem bilimkurgu olma özelliğini taşır hem de aslında bir çeşit gerilim filmidir. Aya giden ilk insanların ay yaratıkları tarafından yakalanması, saldırıya uğramaları ve onların elinden kurtulmalarının, 1902 koşulları dikkate alındığında, izleyenleri ne kadar gerip korkuttuğunu tahmin etmek güç değil.
İlerleyen yıllarda, sinemanın gelişmesiyle, korku-gerilim sineması da çarpıcı eserler ortaya çıkardı. Özellikle Luis Buñuel ile çılgın ressam Salvador Dali’nin işbirliği, hem fantastik hem bilimkurgu sinemasında izleyiciyi geren eserlerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Dali’nin yazdığı 1929 yapımı “Endülüs Köpeği”ndeki (Un Chien Andalou) ustura ile göz kesme sahnesi izleyiciyi bir hayli sarsmıştı.
Bir İlk: Uzaylılar ve UFO Beyazperdede
Ancak bilimkurgu ile gerilim sinemasının gerçek anlamda yolunun kesiştiği film, 1951 yapımı “Dünyanın Durduğu Gün” (The Day the Earth Stood Still) oldu. Sinemada uzaylıların ve UFO’nun görüldüğü ilk film olma özelliğini de taşıyan ve gerilim dozu bir hayli yüksek olan bu çalışmada, dünyaya inen bir uçan daireden bir uzaylı ve onu koruyan robot çıkar. Uzaylının amacı insanlara gittikleri yolun yanlış olduğunu ve gezegeni insanlardan temizlemek için görevlendirildiğini anlatmaktır. Döneminin tüm teknik olanaklarıyla çekilen film, Robert Wise tarafından yönetilirken senaryo, Harry Bates’in 1940’ta yazdığı Farewell to the Master adlı kitabından Edmund H. North tarafından uyarlandı. Bu film aynı adla 2008’de, yönetmen Scott Derrickson tarafından günümüz olanaklarıyla yeniden filme çekildi, başrolde Keanu Reeves vardı.
Uzaylıların yarattığı gerilim ilgi görünce, daha sert ve acımasız uzaylı canavarların sinemadaki macerası da devam etti. İngiliz yazar HG Wells’in 1898’da kaleme aldığı Dünyalar Savaşı romanını, yönetmen Byron Haskin 1953’te “Dünyalar Çarpışıyor” (The War of the Worlds) adıyla sinemaya uyarladı. Dünyayı istila eden uzaylıların yeryüzünde yarattığı dehşeti çok çarpıcı şekilde beyazperdeye aktaran film, gösterildiğinde insanları dehşete düşürmüş; “Dünyanın Durduğu Gün” ile birlikte sektörde yepyeni bir türün de kapısını aralamıştı. Yıllar sonra (2005) aynı filmi, “Dünyalar Savaşı” (War of the Worlds) adıyla sinemanın dahi çocuğu Steven Spielberg yeniden sinemaya uyarlamış, başrolü Tom Cruise’a vermişti.
İki Uzaylı Yaratık: Alien ve Predator
Ridley Scott’ın 1979’da, Dan O’Bannon ve Ronald Shusett’un öyküsünü yazdığı, O’Bannon’ın senaryolaştırdığı “Yaratık” (Alien) filmi, bilimkurgu-gerilim filmlerinde çıtayı bir hayli yukarıya taşıyan film oldu. Yarı makine, yarı organik bir yok etme makinesi olan Alien’ı yok etmek neredeyse imkânsızdır. 1986’da “Yaratık”ın devam filmi “Yaratığın Dönüşü” için kamera arkasına geçen isim James Cameron’dı. Serinin üçüncü filmi olan “Yaratık 3”te (1992) ise yönetmen koltuğunda David Fincher vardı. 1997 ise “Yaratık: Diriliş” (Alien: Resurrection) sinemalarda bir kez daha izleyeni gererken filme yönetmen olarak imza atan isim Fransız sinema adamı Jean-Pierre Jeunet oldu. “Yaratık” serisinin tüm bölümlerinde filmle özdeşleşen aktris Sigourney Weaver başrolü üstlendi.
2012’ye gelindiğinde ise Ridley Scott, “Yaratık” serisinin başlangıç öyküsünü anlatmak üzere “Prometheus” için kamera arkasına geçti. Yeni karakterlerle, Alien canavarının oluşum ve çıkış öyküsüne odaklanan Scott, prodüksiyon aşamasında olan “Alien: Covenant” filmiyle 2017’de bir kez daha izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
“Yaratık” ile paralel ilerleyen bir diğer gerilim-bilimkurgu filmi olarak kuşkusuz 1987 yapımı “Av: Predator” filmini unutmamak gerek. Jim ve John Thomas kardeşlerin yazdığı filmi John McTiernan yönetirken başrolü ise “Terminator” tiplemesiyle efsaneleşen Arnold Shwarzenegger üstlenmişti. “Predator” de tıpkı “Yaratık” gibi kısa sürede izleyicinin büyük ilgisiyle karşılaştı ve devam filmleri peş peşe geldi. 1990’da “Predator 2”yi Stephen Hopkins çekerken başrolde Danny Glover vardı. “Predotor”un bu devam filmini yazan ekip ise yine Jim ve John Thomas kardeşlerdi.
Bir yanda Alien, diğer yanda Predator… Yapımcılar, bu iki uzaylı canavarı aynı filmde buluşturmakta gecikmedi ve 2004’te “Alien Predator’e Karşı” filmi sinemaseverlerin karşısına çıktı. Colin ve Greg Strause kardeşlerin yönetmenliğini yaptığı bu filmin ardından, aynı ekip 2007’de “Aliens vs. Predator: Requiem” filminde bir araya geldi. 2010’da ise “Predators” filmi için kamera önüne geçen kişi, Oscarlı aktör Adrien Brody olurken yönetmen koltuğunda ise Macar asıllı sinema adamı Nimród Antal vardı. Alex Litvak ve Michael Finch’in öyküsünü kaleme aldığı bu son “Predator” denemesi izleyiciden umduğu ilgiyi bulamadı. Yapımcılar ise “Predator”dan umudunu kesmiş görünmüyor ve 2018’de vizyona sokmayı planladıkları “The Predator” için şimdiden kolları sıvadılar. Bunun için de yönetmen Shane Black ile anlaştılar bile. Oyuncu kadrosunda ise netleşen tek isim Boyd Holbrook.
Başka Örnekler
“Dünyalar Çarpışıyor” ya da “Dünyalar Savaşı” ile neredeyse benzer konuyu işleyen bir diğer gerilim-bilimkurgu filmi olan 1996 yapımı “Kurtuluş Günü” (Independence Day) filmini unutmamak gerek. Roland Emmerich’in yönettiği filmin senaryosunu, Emmerich Dean Devlin ile birlikte yazmış. 2016’da vizyona giren serinin devam filmi “Kurtuluş Günü 2: Yeni Tehdit”te (Independence Day: Resurgence) yönetmenliği yine Emmerich üstendi ancak film ilki kadar ilgi görmedi.
Bir başka uzaylı istilasını anlatan film ise farklı kurgusuyla ve hareketli kamera kullanım tekniğiyle dikkat çeken “Yasak Bölge 9” (District 9) filmi. Filmin senaryosunu genç yönetmen Neill Blomkamp ve Terri Tatchell ile birlikte yazıp yönetti.
Bir Göktaşı Felaketi
Ülkemizde “Derin Darbe” adıyla gösterilen “Deep Impact” filmi ise 1998’de vizyona girdiğinde, Dünya dışından bu kez uzaylılar değil de bir göktaşının yarattığı felaket beyazperdeye aktarıldı ve bu yeni gerilim-bilimkurgu türü izleyiciden olumlu tepkiler aldı. Hollywood’un sayılı kadın yönetmenlerinden Mimi Leder’in yönettiği; Robert Duval, Morgan Freeman ve Elijah Wood gibi önemli aktörlerin rol aldığı “Derin Darbe”yi Bruce Joel Rubin ve Michael Tolkin yazdı. “Derin Darbe”nin gişede ve kamuoyunda yarattığı etkiye kayıtsız kalamayan diğer yapımcılar da benzer bir konuyu “Armagedon” ile beyazperdeye aktarmayı denediyse de Derin “Darbe”nin başarısına ulaşamadılar. Kısa bir sahnesinin ülkemizde de çekildiği, Bruce Willis ve Ben Affleck’in rol aldığı filmi Michael Bay yönetti.
Dünyayı istila etmeye çalışan uzaylılardan, yeryüzüne çarpan meteorlardan sonra yapımcılar yeni arayışlara girerken 2004’te “Yarından Sonra” (The Day After Tomorrow) filmi dikkat çekici bir iş olarak karşımıza çıktı. Roland Emmerich’in yönettiği ve öyküsünü yazıp senaryolaştırdığı film, küresel ısınmanın ortaya çıkarabileceği ölümcül sonuçlarının yaratacağı boyutları gözler önüne sermesi açısından da kayda değer bir iş olarak olumlu tepkiler aldı.
2009’da çekilen ve 2012’de aynı adla (“2012”) vizyona giren, kıyamet temalı, bir çeşit çağdaş Nuh tufanı uyarlaması olan film, 2012’de sona ereceği konuşlan Maya takvimi efsanesinin de etkisiyle merakla beklenen bir proje olmuştu. Ancak film vizyona girdiğinde birçok kişi için hayal kırıklığı yarattı. Yine Roland Emmerich’in yönetmen koltuğuna oturduğu, Harald Kloser ile birlikte öyküsünü kaleme aldığı filmde John Cusack, Amanda Peet, Oliver Platt, Tom McCarthy, Woody Harrelson, Danny Glover gibi önemli kişilerin rol almasına, çarpıcı kıyamet efektlerine ve yüksek bütçesine rağmen gişede beklediği başarıyı gösteremedi.
Klostrofobik Konular
Bilimkurgu ile gerilimi değişik türlerde deneyen yapımlar da oldu. Bunlardan biri kuşkusuz, 7 dalda Oscar kazanan “Yerçekimi” (Gravity) filmidir. Kapalı alanda kalma fobisi olanlara izlerken sıkıntı veren 2013 yapımı, Dünya etrafında görevini yaparken içinde bulunduğu kapsülü arızalanınca yaşadığı sorunları aşmaya çalışan bir kadın astronotun psikolojisini ustalıkla anlatan bir hayli gerilimli film, Meksikalı yönetmen Alfonso Cuarón ve başrol oyuncusu Sandra Bullock’a Oscar getirdi.
2016’da çekilen “Kapsül” (Capsule) de “Yerçekimi”ne benzer bir film olmakla birlikte, klostrofobi konusunu işliyor. Andrew Martin’in hem yönettiği hem de Felix Forrest ile birlikte yazdığı “Kapsül”, Dünya çevresinde dönerken arıza yapan uzay kapsülünün içinde hayatta kalma mücadelesi veren bir astronotun yaşadığı stres ve korku dolu macerasını anlatma iddiasında. Astronotu, Oscarlı efsane oyuncu Ben Kingsley’in oğlu Edmund Kingsley canlandırdı.
Düşük bütçeli ama bir hayli gerilim etkili filmlerden biri olan 1997 yapımı “Küp” (Cube) filmini anmadan geçmemek gerek. Sinemalardan çok internet ortamında popüler olan film, bir küpün içerisinde labirent gibi sanal bir ortamdan kurtulmaya çalışan bir grup gencin ölüm kalım mücadelesine odaklanıyor. Filmin yönetmeni Vincenzo Natali… Anlatımı basit gibi görünse de gerilim dozunu çok iyi ayarlayan ve izleyeni koltuğuna mıhlayan “Küp”ü Natali, André Bijelic ile birlikte yazdı.
İş yapan ve ses getiren her başarılı yapımda olduğu gibi “Küp”ün de devamı geldi ve düşük bütçeyle küpünü doldurmanın damarını yakalayan yapımcılar 2002’de “Cube 2: Hypercube”ü aslen görüntü yönetmeni olan Polonyalı sinema adamı Andrzej Sekula’nın yönetiminde piyasaya sürdüler. 2004’te de serinin üçüncü filmi “Cube Zero” geldi. Bu kez kamera arkasına yönetmen ve senarist olarak geçen kişi Ernie Barbarash oldu.
DNA ve Genetik Bilimi
“Küp”ün ilk yönetmeni Vincenzo Natali, 2009’da “DNA: Deney” (Splice) filmini çekerken başrolü Oscarlı oyuncu Adrien Brody üstlendi. Genetik mühendisliğinin kontrolden çıkması halinde neler olabileceğini irdeleyen filmde Brody’nin canlandırdığı ana karakter, insan DNA’sının geliştirilip çeşitli hayvan genleriyle birleştirilmesi ve sonucunda da gerekli proteinlerin sentezlenmesi için çalışılmasını gerilim dozu yüksek bir kurguyla anlatmaya çalışıyor.
Benzer bir film olan ve “Splice”ten çok daha önce yapılan “Tehlikeli Tür” (Species), 1995’te Roger Donaldson tarafından çekilmişti oysa. Dennis Feldman’ın yazdığı filmde, hem DNA ve genetik bilimini hem de dünyaya sızmaya çalışan bir uzaylı yaratığın yaşattığı dehşet beyazperdeye aktarılıyor. “Tehlikeli Tür” filminin de çok geçmeden devamı geldi elbet. 1998’de çekilen serinin ikinci filmini Peter Medak yönetirken öyküyü Dennis Feldman, Chris Brancato ile birlikte yazdı. 2004’de serinin üçüncü ve son filmi vizyona girdi. Yönetmen koltuğunda oturan isim Brad Turner, yine Feldman’ın yarattığı öyküyü Ben Ripley senaryoya döktü.
Meksikalı ünlü yönetmen Guillermo del Toro’nun filmi, ülkemizde “Tehlikeli Türler” adıyla gösterilen “Mimic”in yapım tarihi 1997. Donald A. Wollheim’in kısa öyküsünden uyarlanan “Mimic”, bir grup bilim insanının, çocukların ölümüne sebep olan bulaşıcı bir hastalığı tamamen ortadan kaldırmak için verdikleri amansız ve dehşet dolu mücadeleyi anlatıyor.
1998 yapımı “Gizemli Şehir” (Dark City) filminin yönetmeni Mısır doğumlu Yunan asıllı Alex Proyas. Öykü ve senaryosunu da Proyas’ın kaleme aldığı film giriş, gelişme, sonuç aşamalarında izleyiciyi birbirinden bağımsızmış gibi duran farklı öykülerle finale taşıyor. Filmde, bir sabah nasıl geldiğini bilmediği yabancı bir otel odasında uyanan bir adamın, vahşice işlenmiş cinayetlerin katili olarak arandığını fark etmesiyle gerçekte kim olduğunu öğrenmek ve karşılaştığı bu korkunç bilmeceyi çözmek için verdiği amansız mücadeleyi anlatılıyor. Alex Proyas’ın 2008’de çektiği ve Nicholas Cage’in başrolünü üstlendiği “Kehanet” (Knowing) filmini de bu kategoride değerlendirmek mümkün.
Gerilim-bilimkurgu türüne 2016 yapımı “Arq”ı da eklemek gerek. Gelecekte, yeryüzünün yaşanmayacak hale gediği bir zamanda geçen ve aynı zaman döngüsünü yaşayan bir grup insanın düştükleri cendereden kurtulma çabasını kanlı şekilde anlatan düşük bütçeli filmin yazarı ve yönetmeni Tony Elliott.
Yazar Ted Chiang’in “Story of Your Life” adlı kısa hikâyesinden Eric Heisserer’ın senaryoya uyarladığı “Arrival”, bilimkurgu ve gerilim sinemasının 2016’da dikkat çeken bir diğer filmi oldu. Amy Adams’ın başrolünü üstlendiği filmin rejisinde Denis Villeneuve var. 2001’de yapılan “Epoch” adlı TV filminin de benzer bir temayı işlediğini anımsatmak isterim. Her iki filmde de dünyanın değişik bölgelerinde aniden devasa büyüklükte havada asılı duran cisimler belirir. “Epoch”ta bu cisimler (büyük bir monolit/kaya) yer altından çıkar ve bilinmeyen güçler tarafından kontrol edilir. “Arrival”da ise bu cisimler farklı bir UFO görünümündedir ve dış uzaydan gelmiştir. Her iki filmde de bilim insanları bu gizemli cisimleri çözmeye çalışırken sonuçta Dünya ve insanlık medeniyetinin tehlikede olduğu anlaşılır. Çünkü cismi kontrol eden gizemli varlıkların niyeti, Dünya gezegenine format atmaktır ve bu yeni formatta insanlara yer yoktur!
Elbette “Jurassic Park”
“Bu film de korku ve gerilim kategorisinde değerlendirilir mi?” diye düşünüyor olabilirisiniz ama dinozorların varlığını düşünmek bile insanı germeye yetiyor bence. 1993’te Steven Spielberg, Michael Crichton ve David Koepp’un senaryosunda dinozorları günümüze taşıyor, izleyiciyi hem geriyor hem de bambaşka bir dünyanın kapılarını sinema aracılığı ile izleyiciye aralatmayı başarıyordu. Usta yönetmen, serinin devam filminde 2007’de bu kez “Kayıp Dünya: Jurassic Park” (The Lost World: Jurassic Park ) ile izleyici karşısına çıkarken 2001’de yapılan “Jurassic Park III” filminin yönetmen koltuğuna Joe Johnston oturdu. 2015’te bu kez 3 boyutlu olarak karşımıza çıkan “Jurassic World”e yönetmen olarak imza atan isim Colin Trevorrow oldu ama serinin önceki başarılarının yanına bile yaklaşamadı.
*Bu yazıyı, Suat Oktay Şenocak [n]Beyin için hazırlamıştır.